loader image

Aysel Ayas’la Söyleşi

Mehmet Demirci

23 Kasım 2025, saat 15.00’te Aysel Ayas Hanımefendi’nin evinde kendisiyle bir söyleşi yaptım. Aysel Hanım 90 yaşında, konuşmamız sırasında hafızasının yetersiz kaldığı durumlarda zaman zaman eşi Prof. Dr. Rami Ayas’ın desteğine ihtiyaç duydu. Bu söyleşiyi insicamlı bir diyalog şeklinde sunmak pek mümkün görünmedi. Bu yüzden, dinlediklerimi başka bilgilerle de takviye ederek bir metin halinde kaleme almanın daha uygun olacağını düşündüm. Buyurun efendim:

Aysel Ayas 1935’te Konya’da doğdu. Babası Konya eşrafından Albay Eşref Ali Baranok. Dedesi Kolağası (yüzbaşı ile binbaşı arasında bir rütbe) Mehmet Emin Trablusgarp Türk Alayı’nda tabur imamlığı yapmış. Bu göreve başlayınca eşi kendisi ile gelmediği için Müftü Efendi Trablus’ta ikinci bir evlilik yapar. Evlendiği hanım Kuzey Afrika’nın meşhur tarikatlerinden Arusiyye’nin ikinci piri Abdüsselam Esmer (ö. 981/1574) soyundandır. Aysel Hanım’ın babası ve amcası Trablus’ta bu evlilikten dünyaya gelirler. Müftü Dede şehit olur, çocukları ve eşi Konya’ya eski ailesinin yanına gelirler.

Trablusgarp Libya’nın başkenti, tarihî bir şehir ve eski bir Osmanlı eyaletidir. Hz. Ömer döneminde Mısır fâtihi Amr b. Âs tarafından fethedildi. Bir ara İspanyollar işgal etti. 1551’de Osmanlı hâkimiyetine geçti. 1912’den 1943 yılına kadar İtalyan işgali altında kaldı. Ardından 1951’de bağımsızlık ilân edilinceye kadar İngiltere’nin kontrolüne girdi

Aysel Hanım’ın anneden dedesi padişah Sultan Reşad’ın çeşnicibaşıdır. Çeşnicibaşı saray mutfağının tamamından sorumludur, ayrıca önemli bir görevin adıdır. Zehirlenme tehlikesine karşı padişahın yemeğinden önce bu görevli tadar, sonra padişah yerdi. Bu zatın Kanlıca’da konağı ve emlaki varmış ve kızını (Aysel Hanımın annesini) Kanlıca Lisesi’nde okutur.

LİSE HAYATI
Aysel Ayas liseyi Eskişehir’de okudu. Babası o sırada Eskişehir Ordu Donatım Komutanı olarak burada görev yapmaktaydı. Aynı dönemde Yılmaz Büyükerşen Tiyatro Kolu Başkanı, Fahrettin Cüreklibatur (Cüneyt Arkın) Spor Kolu Başkanı’ydı. Eskişehir Lisesi’nin radyosu vardı, Aysel o radyoda şiirler okur, konuşmalar yapardı.

Genç Aysel, edebiyat ve felsefe derslerinde ün kazanır. Eskişehir yerel gazetesi ondan yazı ister ve bunları yayımlar. Bu arada sınıf arkadaşı Erdoğan Öztürk ile Eskişehir’de Yunus Emre Derneği’ni kurarlar, yıl 1955. O yıl Sarıköy Yunus Emre Köyü’nde Yunus Emre’yi anma günü tertip ederler. Yunus Emre’ye vardıklarında 30.000 kişinin toplandığını, yakılan ocaklarda kazanların kaynadığını, pilavların piştiğini, helvaların karıldığını görürler. Nezihe Araz’ın ve Nihat Sami Banarlı Hoca’nın konuşmalarından sonra Aysel, Yunus Emre’nin Bülbül şiirini okur.

ÖĞRETMENİ FERİDE HANIM
Lisenin felsefe öğretmeni Feride Altay’ın Aysel Hanım üzerinde büyük etkisi olmuş. Anlaşıldığına göre bu öğretmen maneviyat sahibi, o sıradaki irfan ocaklarını tanıyan, yetenekli, talebelerini buralara yönelten bir özelliğe sahiptir. Öğrencisi Aysel de okuyan, meraklı, ilgili, arayış içinde olan bir yapıya sahiptir.

Hocası Feride Hanım ona okuması için “Ken’an Rifâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık” eserini hediye eder. İki gece uyumayarak kitabı okur ve Feride Hoca’ya “işte ben böyle Müslüman olmak istiyorum,” der. O da kendisine “annenden, babandan izin alalım, o insanlarla tanıştırmak üzere Konya’ya Şeb-i Arus törenlerine gidelim,” der. O günler geldiğinde Konya’da Sâmiha Ayverdi ve Nezihe Araz Hanımların ellerini öper. Aysel’in dayısının eşi de Kenan Rifai evlâdı olup, daha onun sağlığında ailesini bu ocağa yönlendirir.

Gene lise yıllarında Eskişehir’e Feride öğretmene misafir gelen Mehmet Dede ve İlhan Ayverdi ile tanışır. İstanbul’da Mehmet Dede’nin sohbetlerine tıp talebeleri Turgut Alsırt, Erol Olgaç ve Coşkun Yıldıran’la birlikte tatillerde yaz boyunca devam eder. Mehmet Dede Kuran-Kerim’den ayetler okur, geniş bir şekilde mânâlandırırdı.

İLÂHİYAT’TA OKUDU
Liseden mezun olduğu zaman edebiyat hocası Misbah Hanım Edebiyat Fakültesi’ne gitmesini, Feride Hoca İlâhiyat Fakültesi’ni seçmesini ister. Kendisi ise Güzel Sanatlar’a gitmeyi düşünür. Sonunda İlahiyat’ta karar kılar.

İlâhiyat Fakültesi’ne kaydını yaptırmak için Ankara’ya gider. Faküteye varır, dekan Hukuk Fakültesi hocalarından Ord. Prof. Sabri Şakir Ansay’dır. Kayıt için başvurunca onu Dekan’ın odasına çağırırlar. Liseden pekiyi derece ile mezun olmuş, bütün fakültelere girebilecek durumdadır. Dekan Bey Aysel’e çeşitli sorular sorar ve “sana yazık değil mi kızım, bu fakülteye girmekle kendine yazık edersin, bir de subay kızıymışsın. Buradan mezun olunca ne olunacağı belli değil” der. Aysel, Dekan Beye gereken cevabı verir ve kaydını yaptırır. Babası Tıp okumasını isterse de anladığım kadarıyla, Aysel’in baskın karakteri ve güçlü özgüveni sebebiyle babası ve ailesi bu tercihe saygı duyarlar.

İlahiyat’ta, koca sınıfta sadece üç kız vardır; ötekiler Beyza Bilgin ve Yıldız. Aysel Hanım, görüşmemiz sırasında tebessümle Rami Bey’i işaret ederek “Belki de bu adamı bulmak için İlahiyat’a gitmişim” der. Kendisi birinci sınıfta iken Rami Bey İlahiyat son sınıftadır. Elektriklenme o kadar güçlü imiş ki daha öğrenci iken evlenirler.

Aysel Hanım’ın İlahiyat öğrenciliği çok rahat ve verimli geçer. Sınıf arkadaşları kendisine büyük sevgi ve alaka duyarlar. Bütün hocalar tarafından sevilir, çalışkan bir öğrencidir. Neşet Çağatay, Hüseyin Gazi Yurdaydın gibi hocaları asistan almak isterlerse de o öğretmenliği tercih eder.

Aysel Hanım mezun olunca Rami Bey’le eş durumu dolayısıyla, onun çalıştığı Antalya’ya atanır. Ardından gene aynı sebeple Antep’e giderler. Burada kadrosu İmam-Hatip okulunda olduğu halde Öğretmen Okulu ve Maarif Koleji’nde Din dersi hocalığı yapar. Ardından Ankara’ya gelirler. Burada en itibarlı okullardan Deneme Lisesi ve Tevfik Fikret Lisesi’nde öğretmenlik yapacaktır. Tevfik Fikret Lisesi’nde Din Dersi öğretmenleri pek tutunamamaktadır. Aysel Hanım orada büyük başarı gösterecektir.

DİN DERSLERİNİ SEVDİREN HOCA
Ankara Deneme Lisesi de, Tevfik Lisesi de başkentin kalburüstü okullarından. Öğrencileri genellikle zeki çocuklar. O zamanlar Din Dersi seçmeli, isteyen öğrenciler bu derse girer. Varlıklı ve seküler çevrelerde bu dersin ilgi görmesi için iyi bir sunum, kendini sevdirmek, öğrencinin gönlüne nüfuz edebilmek gibi meziyetlere ihtiyaç vardır. İşte Aysel Ayas bu konuda çok başarılı bir öğretmen. Bunun sırlarını kendisinden sordum. Şöyle açıkladı:

Din dersi seçimlik olmasına rağmen benim gittiğim okullarda öğrencilerin yüzde yüzü Din Dersine girdi. Sebebi Aysel Ayas gibi bir öğretmen olması. Ben görgülü bir ailenin evladıyım. Çocukları seviyorum, onların gönüllerine hitap ediyorum. Ankara’da dört okula giderdim. Dört okulun öğrencisi, tam mevcut dersime girerdi. Ben 180-200 kişilik sınıflarda ders yapardım. Aileler çocuğunu seve seve Din dersine soktu. Din dersi müfredatı içinde çocuklara Allah sevgisi, peygamber sevgisi, İslam ahlakı anlatırdım. Bu okullardan mezun olup da önemli mevkilere geçenler var. Hepsi beni ararlar, sorarlar, ziyaretime gelirler. Aileleri ile de görüşürüz. Sevgi ve saygılarını hep diri tutarlar. “Hatta gayrı müslim öğrenciler bile girerdi dersime. Bu yüzden bazen zor durumda kaldığım olurdu. ODTÜ’de bir Yahudi profesör vardı, okula gelerek çocuğunun benim dersime girebilmesi için müdüre çıkıp ricada bulunuyor.

Aysel Hanım’ın radyo konuşmaları yaptığını da hatırlayıp, sordum. O zaman televizyon yok. Ankara radyosunda Din ve Ahlak programları vardı. Aysel Hoca uzun süre burada konuşmalar yapmış. Bu konuşma metinleri bazı dergilerde çıkmış. Ayrıca Ankara İlahiyat yayınları arasında kitap olarak basılmış. Bunun dışında Ankara Müftüsünün emriyle Aysel Ayas Bahçelievler camisinde Cuma günleri kadınlara vaaz etmiş. O sırada Beyza Bilgin de Cebeci Camisinde aynı görevi sürdürmüş. İkisine de “vaizelik” belgesi verilmiş. İzmir’e geldikten sonra Aysel Ayas İzmir Tevfik Fikret Lisesi’nde Din Dersi okutmaya devam edecektir.

AYSEL HANIM’IN ŞİFACILIĞI RUKYE NEDİR?
Hastalık ve kötülüklerden korunmak veya kurtulmak amacıyla dua okuyup üflemeye “rukye” denir. Çeşitli âyetlerde Kur’an’ın şifa olduğu belirtilir. Ayrıca Kur’an’da kötü yaratıkların şerrinden, özellikle şeytanın, vesveseleriyle insana yaklaşmasından Allah’a sığınılması öğütlenir. Resûlullah’ın rahatsızlığı esnasında Cebrâil gelerek onu okumuş, Resûlullah da hem kendisine hem ziyaret ettiği bazı hastalara okuyup üflemiş; torunları Hasan ve Hüseyin için şeytandan, zehirli haşerattan, kem gözlerden korunmaları yolunda dua etmiş; vefat hastalığı sırasında Hz. Ayşe, Resûl-i Ekrem’e okuyup üflemiş ve eliyle bedenini meshetmiştir. Hz. Peygamber nazara, yılan ve akrep sokmasına karşı rukye yapılmasına izin vermiş, Ümmü Seleme’nin evinde gördüğü, yüzü sararmış bir çocuğa okunup üflenmesini istemiştir.

Rukyede şifanın kaynağı okuyan kişi değil, Şâfî (şifa verici) olan Allah’tır. Kur’an ve Sünnet’te inananların birbirlerine dua etmeleri emredilmekte ve kötülüklerden Allah’a sığınmaları öğütlenmekte olup dua makamındaki okuyup üflemeler bu kapsamda değerlendirilebilir. İnsanların, şifayı Allah’tan umarak güvendikleri kişiler tarafından kendilerine Kur’an okutmaları ve dua ettirmeleri mümkündür.

Bu bilgileri Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin “Rukye” maddesinden özetledim. Şimdi de Aysel Ayas’ın okuyup üfleyerek dua etmesi ve şifaya vasıta olması konusuna gelelim.
Aysel Hanım’ın isteyenlere okuyup üflediğini ve şifaya vasıta olduğunu bildiğim için bu meselenin nasıl başladığını kendisine sordum.

YA ŞÂFİ YA ŞÂFİ
Aysel Hanım’ın çocukluğundan beri dine karşı bir duyarlığı vardır. Anne-babası namaz kılmadığı halde genç Aysel, lise çağlarından beri beş vakit namazını kılmaktadır. Bu özelliğinde anneanne ve babaannesinin etkisi üzerinde durur. O yıllarda isteyenlere dua etmektedir. Okuduğu da üç Kul hüvallhü bir elham’dan yani üç İhlas bir Fatiha suresinden ibarettir. “Aslında fazla bir şey bilmem” diyor. Ama bu uygulama etkili olmuş ki devamlı taleplerle karşılaşır. “Yani dua edip de Allah’ın izniyle ‘Ya Şâfi, Ya Şâfi, Ya Şâfi’ diye elimi sürerim. Neresinde hastalık varsa oranın iyileştiğine inanıyor insanlar” diyor.
“Peki siz elinizi sürerken kendiniz bir şey hisseder misiniz?” diye sordum. Cevabı: “Tabii, bütün bir gönlümle Rabbime sığınıyorum.” diyor. “Benim elim değil, efendimin eli diye düşünürüm. Benim dilim değil, efendimin dili, diye okurum.” Hastanın ağrı sızı neresindeyse, elini sürerken kendisinin de aynı yeri ağrır. Böylece hastanın derdini hisseder. Oraya elini sabitleştirir ve okumaya başlar.

OCAK’TAN GELME
“Sizin bu şifa verme, okuma, üflemenizin dayanağı ne, kaynağı ne? Herhangi birisi yapmıyor da bunu Aysel Ayas nasıl yapıyor?” diye sordum. Bu defa biraz yorgun ve zihni dağınıktı. Tatminkâr bir cevap vermedi. Ama ben birkaç yıl önce kendisinden şu mealde şeyler duyduğumu hatırlıyorum: Babaannesinin Trablusgarblı ve Abdüsselâm Esmer soyundan olduğunu söylemiştik. Bu sülâlenin şifa konusunda bir tür “ocak” olduğunu, kendisindeki bu şifa verme özelliğinin bu soydan gelmekte olduğunu ifade etmişti.
Aysel Hanım bu özelliği konusunda ısrarla şunun üzerinde durdu: Kendisi sadece bir vasıtadan ibarettir. “El benim elim değil, efendimin eli, okuyan dil benim değil efendimin dili”dir. “Okuma sırasında sizde de bir sarsıntı, sıkıntı oluyor mu?” diye sordum. “Hayır. Hastanın neresi hastaysa benim oram ağrır. Ben orasını tutarım. Derim ki senin ağrın şuranda. Ben okuduktan sonra hissettiğim ağrı geçer. Bir gerginlik, sıkıntı falan kalmaz.”

Rami Bey hatırlattı: Okuduğu kimseler bir süre sonra telefon edip iyileştiklerini söyleyince, Aysel Hanım hemen kalkıp abdest alarak iki rekât şükür namazı kılar.
Aysel Hanım güzel yemek yapmasıyla ve cömertliği ile de meşhurdur. Misafiri hiç eksik olmaz. Yedirip içirmekten çok hoşlanır. 90 yaşına rağmen bu özelliğini devam ettirmektedir. Karşı komşusu diyor ki: “Aysel teyze ben senin yarı yaşındayım diyor. Birisi bana geleceği zaman, gece uykum kaçıyor. Sen ne biçim kadınsın diyor, bu gücünü nereden buluyorsun? Hayret ediyorum. Her gün sofran doluyor. Sen ‘yine beklerim’ diyorsun. Sen bu gücü nereden buluyorsun?” Cevap: “Bilmiyorum, bilmiyorum. Allah öyle yaratmış.”

MANEVİ GÜÇ
90 yaşındaki bu hanım şeker ve tansiyon hastası, ama yaşama azmi, sağlam inancı ve güçlü iradesiyle görevlerini en iyi şekilde yürütüyor. Diyor ki: “Teyzem diyor bana doktor. Sen diyor ayakta olduğuna şükret. Bitmiş senin vücudun. Sen nasıl ayaktasın? Nasıl düşünebiliyorsun, nasıl konuşabiliyorsun, maşallah diyor bana. Yani bedenen doktorun dediği gibi, ama ruhen hamdolsun iyiyim.”

Ben de şu hayır dua sözleriyle kendisine veda ettim: “Aysel Teyzeciğim, Rabbim size imkân versin, hem kendinize hem de ihtiyacı olanlara şifa vasıtası olmaya devam edin. Feyziniz, bereketiniz, ömrünüz ziyade olsun. Amin.”