AYVERDİ, SÂMİHA (1905–1993)
Eğitimci, mütefekkir, yazar.
Semahat YÜKSEL
Piyade kaymakamı İsmail Hakkı Bey ile Meliha Hanım’ın ikinci evlatları olarak Şehzadebaşı’nda dünyaya geldi (21 Kasım). Köklü ve geniş bir aile içinde büyüdü.
Süleymaniye İnâs Numune Mektebi’ni bitirdikten sonra tahsiline hususi olarak devam etti, keman dersi aldı, Fransızca öğrendi. Küçük yaştan itibaren “devrin akademik merkezi” hüviyetindeki ev sohbetlerinde tarih, edebiyat ve gündelik meseleler üzerine konuşmaları dinlediğini, babasının kütüphanesindeki kitapları gözden geçirdiğini Bir Dünyâdan Bir Dünyâya (1974) başlıklı otobiyografisinde anlatır.
Annesinden ve dayılarından etkilenerek “hocam, üstadım” diyeceği, devrinin maarif camiasına mensup Kenan Rifâî Büyükaksoy’un, talim ve terbiye halkasına girme kararı aldı ve kendisini yetiştirdi.
ESERLERİ
Yazarlık hayatı 1938’de Aşk Budur! ile başladı. Takip eden on yıl içinde, yazarlığının ilk dönem ürünleri Batmayan Gün (1939); Ateş Ağacı (1942); İnsan ve Şeytan (1942); Yaşayan Ölü (1942); Son Menzil (1943); Yolcu Nereye Gidiyorsun? (1944); Mesihpaşa İmamı başlıklı romanları; 1940’ta Mâbette Bir Gece isimli hikâyesi ve 1946’da Yusufcuk adlı mensur şiir türündeki eseri ile, toplam on kitabı neşredildi.
Bu yıllarda toplumun bir kısmı nezdinde, kurum ve uygulamaları ile din ve tasavvuf dünyası hakkındaki değerlendirmeler olumlu olmaktan uzaktı. Cemiyette devam edegelen uygulamalar tarihteki hamleci kıvamın arayışında görünüyordu. Ayverdi, yazı hayatının ilk on yılı içinde yazdığı romanlarında kişilerin “Nereden geldim, nereye gidiyorum?” sorusuna cevap aramıştır. Böylece kadim terbiye ve tefekkür yolunun birikimini zengin ve usta dil kullanımı ile yeni bir kalıba dökerek, devrin edebiyat gündemine taşımış, okuyucuların dikkatini çekmiştir.
Ayverdi’nin eserleri, bu bakış açısına göre, bilgelik edebiyatı çerçevesinde “tekâmül romanı” olarak tasnif edilebilir. Dilimizde “gelişim, eğitim romanı” ile karşılanan Batı’nın “Bildungsroman”ı, insanın kendini eğitmesi ve gerçekleştirmesi idealini, edebiyat dünyası içinde çizilen “modeller” üzerinden kurgularken, Ayverdi’nin “tekâmül romanı”, “Ben kendimi bilmek istiyorum, insanlığımın kadrini bilmek, beşerî zaaflardan arınmak, silkinmek, sıyrılmak istiyorum” arayışına, toplum hafızasında canlı örnekleri mevcut maruf çözümü hatırlatır. Bu özelliği yüzünden, romanlarının neşrinden sonra, 1940’lı yıllardan itibaren Mehmet Ali Aynî, Sâlih Zeki, Ömer Rıza Doğrul, Burhan Toprak, Safiye Erol gibi, bu kültürün ve kullandığı dilin aşinalarına ilaveten, kendisiyle şahsen tanışmak talebinde bulunan okuyucularıyla 1948’e kadar görüşmeler gerçekleştirdi. Yetmiş üç görüşmenin kayıtları, 2005 yılında Mülâkatlar adıyla külliyatına katıldı.
Hocası Kenan Rifâî Büyükaksoy’un vefatından (7 Temmuz 1950) hemen sonra, Nezihe Araz, Safiye Erol ve Sofi Huri ile birlikte onun hayatı, şahsiyeti ve maneviyat dünyasına, talim ve terbiye usulüne dair Ken’an Rifâi ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık isimli, türünde yankı uyandıran bir biyografiyi neşretti (1951). Bundan sonra, bir yandan hocasından dinleyip tuttuğu notları, bir yandan da Nihad Sâmi Banarlı, Safiye Erol, Nezihe Araz ve Sofi Huri ile birlikte Mesnevî Takrirleri’ni baskıya hazırlama işine girişti (1953). Bunlardan Ken’an Rifâî: Şerhli Mesnevî-i Şerif (1973), Ken’an Rifâî: Sohbetler, iki cilt olarak 1991 yılında neşredildi.
Bu aşama ile “fert” merkezli eserlerden sonra “toplum”a yönelerek, yazı hayatının ikinci merhalesine geçti. “İnsanoğlu tanımadığı şeyi sevemez” anlayışından hareketle, yazar, İstanbul medeniyet ve kültürü içinde yaşananları, maddesi ve mânası ile görüp duyduklarını, sivil toplum kuruluşu çatısı altında, genç nesillere olanca inceliği ile aktarma ve daha geniş çevrelere ulaştırma gayreti içinde oldu. Kuruluş (1950) gayeleri arasında İstanbul hakkında “araştırmalar yapmak ve yaptırmak” da bulunan, bugünkü ismiyle İstanbul Fetih Cemiyeti’nde ağabeyi Ekrem Hakkı Ayverdi ve devrin önemli kalemleri ile faaliyetlerde bulundu. 1952’de İstanbul Geceleri, 1966’da Boğaziçi’nde Târih, cemiyetin İstanbul Enstitüsü Neşriyatı arasında yayımlandı. 1953’te fethin 500. yılı vesilesiyle kaleme aldığı Edebî ve Mânevî Dünyası İçinde Fâtih isimli eserinde, Fatih Sultan Mehmed’i “sanatkâr ve mutasavvıf” kimliği ile tanıtır ve bir bakıma, romanlarında “kurgu” görünen tekâmül yolunun “gerçek” örneğini, bu biyografi ile gösterir.
Türk tarihinin bütününe yöneldiği Türk Tarihinde Osmanlı Asırları (1975) adlı çalışmasını dört senede tamamladı. Eserde gerek Selçuklu gerekse Osmanlı Devleti’nde, seferlerde, zaferlerde, devletin kurumlarında, halkın fikir ve ruh dünyasını yansıtan yaşayışında, sanat eserlerinde hâkim, kurucu ve yapıcı değerlere dayanan “devlet-i ebed müddet” anlayışı, kuşatıcı bir bakış açısıyla ele alınır. Yazara göre, “Türk imanının ruhu olan tasavvuf”, hem fert hem de idarî ve sosyal hayatın bütün şubelerinde, “esasları belli, yaygın bir vicdanî eğitimin yaşanan felsefesi”dir. Osmanlı toplumunda ilim, irfan, görgü ile daima “güzel ahlak” yolunda olma gayretindeki fert üzerinden kurumlara intikal eden bu aktif anlayış, “Türk’ün kızıl elması olan i’lâ-yı kelimetullah gaye ve şuurunu” beslemiştir. Onu “zıtları müşterek bir âhenk çatısı altında yerleştirmesini bilen tabiat kanunları” gibi, dil, din, mezhep farkına sahip toplulukları yönetme başarısına ulaştırmıştır. Sırası geldikçe “çok ilahlı Yunan teolojisi” ile “tevhitçi Müslümanlık”, Selçuklu ile Osmanlı, Doğu ile Batı ve bu başlıklar altına giren medeniyetler karşılaştırılır, zihniyetler ve kurumların tahlil ve tenkitleri yapılır. Ayverdi, hiçbir zaman ümitsiz değildir, aynı milletin bir gün yine ayağa kalkacağına inanır. Bu durumda yapılacak iş, gençliğe tarih, dil, din, edebiyat konularında duymadıklarını duyurmak, bilmediklerini bildirmektir. Duygu ve düşüncelerimizi “kendi mihverimiz etrafında” işletirsek her hatıra bir yol gösterici olabilir, anlayış ve azmiyle yeni bir yola koyulur.
1964’te, o devrin seçkin semtlerinden Şehzadebaşı’ndaki çocukluk hatıralarını, ferahlı, saltanatlı günlerden adım adım hüzünlü sonlara ilerleyen çizgisiyle İbrâhim Efendi Konağı‘nda okuyucuya sunar. Eserin bütününde, çağlar boyu insanoğlunun yaşadığı hikmetli “tekâmül yolculuğu” da gözden kaçırılmaz, aile ve imparatorluk sembolleri üzerinden tarihî gerçeklerin sebep-sonuç bağlantıları, maddi manevi boyutları ile işlenir.
1968-70’li yıllar, Türkiye’de anarşinin üniversitelerden liselere kadar indiği ve sokaklara yayıldığı dönemlerdir. Gençliğin “fayda beklerken zarar gördüğümüz bu gür, çıplak ve taze enerjisini kendi tehlikesinden” nasıl koruyabiliriz sorusuna cevap arayan yazarın, 1969 yılında Misyonerlik Karşısında Türkiye, 1970’te Türk-Rus Münasebetleri ve Muharebeleri, 1976 yılında Âbide Şahsiyetler, Millî Kültür Meseleleri ve Maarif Dâvâmız, Türkiye’nin Ermeni Meselesi isimli eserleri yayımlanır.
Önce kırk sayfalık bir kitapçık olarak yayımlanan Maarif Dâvamız adlı eserinde (1970) “Her şeyden evvel mutlaka bir eğitim felsefemizin olması lazımdır” diyen yazar, iktisatta, ticarette, ziraatta, hukukta, teknikte, sanatta ve millî müdafaada tek ve ortak temelin maarif ve kültür olduğu anlayışındadır. Eğitimin, çocuğa vereceği millî şuur ve ruhun altını çizmiş, bütün ipuçlarını kendinde toplamış memleket bünyesine şamil bir eğitim felsefesi ve millî maarif politikasının sürüncemede kalmış memleket dertlerinin hemen tek devası olduğuna işaret etmiştir. Eğitimin sorumluluğunu yürütecek kadrolara da dikkat çekerek bu kadrolardaki kişilerin cesur ve feragatli olmalarının yanına olgunluk vasfını da eklemiştir. “Eğitici zümreyi ideal ve prensip sahibi kılmak lazımdır” derken, her meslekten yetişmiş insanın, gittiği memleket köşesinde “koloni şuuru” ile yaşamamasını önemle hatırlatır. “Türklüğün sınır bekçisi” saydığı din, dil, tarih, sanat ve her çeşit kültür sahasındaki birikimleri “yaşadıkları devrin ihtiyaç ve icaplarına göre” geliştirmeyi, “köklü bir milletin” hususiyeti, memleket gençliğini bu vasıflarla donatmayı da maarifin önde gelen vazifesi sayar.
Türkiye’nin gençlik ve kültür değişimi meseleleri ile yoğun meşguliyeti arasında, 1978’de Ayverdi, muhatap çevresini genişleterek, Hicretin 1400. Yılı münasebetiyle, bütün İslam münevverlerine, müslüman devletlerine yönelen bir “davet” kaleme aldı. Kölelikten Efendiliğe kısa başlığı ile basılan eser, İngilizce ve Arapça’ya tercüme edildi. Amacı, İslam devletlerinin hudutlarını “tahdit eden haritalar”ın, İslam birliğini “ayıran çizgiler” olmaması yönünde bir farkındalık uyandırmaktır. Kitabın sonundaki yirmi bir maddelik “Temenniler”in başında, İslam memleketlerinin zihnî ve ruhî seviyelerini yükseltecek bir eğitim felsefesi tespit edilip, müslümanın, “en güzel örnek” seviyesinde ve yaşadığı devrin ihtiyaçlarıyla icaplarına cevap ve yön verecek donanımla yetiştirilmesi teklifi yer alır.
İÇİNDE YER ALDIĞI DERNEK VE CEMİYETLER
Her vesile ile toplumun en önemli ve değerli varlığı olarak gördüğü kadınların sosyal hayata daha faal olarak katılmaları yönündeki görüşlerini ifade eden Samiha Ayverdi’nin teşviki ile, 6 Mayıs 1966 tarihinde, günümüzdeki adıyla Türk Kadınları Kültür Derneği’nin Ankara’da genel merkezi, İstanbul’da şubesi açıldı. 1970’te yazar, İstanbul’da Kubbealtı Cemiyeti’nin kurucuları arasında ve İdare Heyeti’nde yer aldı. 1978 yılından itibaren de Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı’nın vâkıflarının başında, Ekrem Hakkı ve İlhan Ayverdi çifti ile birlikte bulundu. Vakfın hedefleri doğrultusunda yürütülen konferans, neşriyat ve benzeri fikir ve sosyal faaliyetlerine aktif olarak katıldı, Kubbealtı Akademi Mecmûası’nda yazıları yayımlandı.
Nesillerin eğitiminde “şifahî kültür”ün önemine her vesile ile işaret etmiştir. Çevresindeki en yakın halkadan İstanbul dışı şehirlere uzanan her yaş ve meslekten kimselerle yazışmalarından başka, yüz yüze görüşmelerinde, hassasiyetle onları dinlemiş, başarı ve sevinçleri ile sevinmiş, dertleri ile üzülmüş, hayat tecrübesini sabırla paylaşmıştır. Toplumda gittikçe yaygınlaşan, mesut olmayı mâlik olmakla, refahı para harcamakla bir tutma alışkanlıklarını tashih yoluna gitmiştir. Genç nesiller onun ağzından, belli bir tertip ve disiplin içinde yürütülen çocukluğunun konak hayatını, yardımlaşmayı, hane halkı, kapı yoldaşları, emektarlar arasındaki bağlılığı, saygıyı, edebi, konu komşu ile münasebeti ve bunların davranışlara yansımasını isim isim, sahne sahne dinleme ve Ayverdi’nin yaşayışında bizzat görme fırsatı bulmuşlardır.
1974-2020 yılları arasında Samiha Ayverdi’nin eserlerini muhtelif açılardan inceleyen kırkı aşkın mezuniyet, bitirme, lisans, yüksek lisans, doktora tezi listesi, Kubbealtı Vakfı’nın Ayverdi Enstitüsü kayıtları arasında mevcuttur. Bir kızı, müzehhibe Nadide Uluant (1925-2019) ve iki torunu vardır. Fatih’te Çarşamba ve Yavuzselim’de oturmuş, 22 Mart 1993’te aynı semtte vefat etmiştir.
KAYNAKÇA
Ayverdi, Sâmiha. İbrâhim Efendi Konağı. haz. B. Ayvazoğlu. İstanbul 2020.
Binark, İsmet. Sâmiha Ayverdi Bibliyografyası. I-II, İstanbul 2007.
Gürsoy, Kenan. “Sâmiha Ayverdi’nin Tefekkür Dünyası ve İnsan”. Kubbealtı Akademi Mecmuası. 17/4 (1988), s. 47-54.
Kırzıoğlu, Banıçiçek. Samiha Ayverdi: Hayatı-Eserleri. Dr.T, Atatürk Üniversitesi, 1990.
Özgürel, Emine Gözde. Samiha Ayverdi’nin Romancılığı. Ankara 2012.
Uluant, Zeynep. “Ayverdi, Samiha”. DİA. 2020, EK-1, s. 150-151.
Yetiş, Kâzım. Romancı Olarak Sâmiha Ayverdi. İstanbul 2016.
Yüksel, Aysel. Sır Kâtibi. İstanbul 2018.
a.mlf – Uluant, Zeynep. Sâmiha Ayverdi. İstanbul 2005.
(TÜRK MAARİF ANSİKLOPEDİSİ için hazırlandı)





Yorum gönder
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.